Genel Müdürlüğümüz koordinasyonuyla “3 Aralık Dünya Engelliler Günü” münasebetiyle planlanan etkinlikler kapsamında özel eğitim alanına ilişkin farkındalığın artırılması amacıyla Bakanlığımıza bağlı tüm resmî/özel okullarda görev yapan öğretmenler arasında özel eğitim ihtiyacı olan öğrencileri hakkındaki duygu ve düşüncelerini mektupla ifade etmeleri için düzenlenen “Özel Öğrencilerin Öğretmenlerinden Özel Mektuplar Seçkisi”ne bir mektup da ben gönderdim.
Burada da mektubumu paylaşmak isterim:
Canım çocuklarım,
Ben özel eğitim öğretmeniyim ve kendimi bir iyilik eri olarak tanımlıyorum. Kemal Sayar bir yazısında bu iyilik erlerini çok güzel bir şekilde anlatır: İyilik erleri yanında olduğu kişilerin sadece var olmasıyla bile sıra dışı bir şey yapıyor olduğu hissini verir, onların içindeki güzelliği çekip çıkarır ve bu güzelliği yüzlerine yansıtırlar. Ben de sizin yanınızda bu rolü üstlendiğim için varlığımı her zaman anlamlı buldum.
Sizlere dair çıkış noktam şunlar oldu: Her çocuğun kendi gelişim yolculuğu var. Kiminin yolu kısa, kiminin uzun. Sizlerin yaşıtlarınızdan farkınız uzun bir yolunuzun olması. Bu yolculukta ihtiyacınız olan ne varsa siz fark edemediğinizde bizim fark etmemiz ve o yolda bize düşen sizin üstün yararınızı gözeterek mutlu, huzurlu ve güvenli ilerlemenizi sağlamak.
Hatırlar mısınız? İçinizden Sude bir gün bir kart hazırlamıştı benim için. Dişi ağrıdığı için okula gelememişti, evde dinlenirken adımı yazıp, altına kocaman bir kalp çizip bana kart hazırlamış ve okula geldiğinde bana vermişti. Annesi daha önce kimseye böyle bir şey yapmadığını dile getirmişti. O kartı elime aldığımda yaşadığım mutluluğu anlatamam. Öğretmeninden sıcak bir bakış ve güler yüz aradığı için benim öğrencim olmak Sude’ye iyi gelmişti. Sude özel eğitimde öğrenci öğretmen uyumunun önemini ilk görev yılımda bana göstermişti.
Ya Mehmet Ali’ye ne demeli? Ben onun öğretmeni olmadan önce, okula gelmek istemez, arabayla eve dönmek için ısrar edermiş. Ancak benim öğrencim olduktan sonra, babası onun okula çok istekli geldiğini söyledi. Belki de ona gösterdiğim kibarlık ve övücü sözler bu değişimin sebebiydi. Varoluşuyla bile mutlu olduğumu hissettiği için okula daha isteyerek gelmeye başladı. Özel eğitim öğrencisinin okula devamını sağlamak için ilk adım her sabah ona kocaman bir gülümsemeyle “Günaydın!” demek değil midir? Öğrencinin sınıfa hâkim olan pozitif enerjiyi hissederek sınıfta huzur duymasını sağlamaktır ve ailesinin biriciği olan çocuğun, öğretmeninin de biriciği olduğunu hissetmesidir.
Aklıma, mezun olduktan sonra okulu ve beni özleyen Atacan’ım geldi. Bir gün, hangi sınıfa gittiğini soran birine “Aysel-A” demiş, çevresindekileri güldürmüştü. Mezun olan öğrencilerimi arayıp hatırlarını sorduğumda, Atacan’dan hep “Aysel gelicem, gelicem, özledim” diye ses kayıtları alırım. Onun bu özlemi, bana okul ortamının özel eğitimdeki gerekliliğini bir kez daha hatırlatıyor. Özel gereksinimi olan çocuklarımızın okula aidiyet duygusu geliştiğinde, mezuniyet sonrası özlem duymalarının da ne kadar doğal olduğunu anlıyorum. Keşke özel gereksinimi olan öğrencilerimiz her zaman okullu kalsalar; çünkü okul, onların sosyal gelişimlerini destekleyen, öğrenme fırsatları sunan ve kendilerini ifade edebildikleri bir ortam.
Okul ve öğretmenlerin katkısı ne denli önemliyse, ailelerin rolü de o kadar belirleyicidir; çünkü aile, çocukların öğrenme sürecinde en büyük destekleyici ve rehberdir. Ailelerimizle süreci birlikte yürütmek, bizim en çok ihtiyaç duyduğumuz ve önemsediğimiz şeydir. Velilerimden biri, sinirlenip bana kırıcı davranırdı; ben ise sabırlı davranır, alttan alırdım. Bir süre sonra gelip özür dilerdi. Öğretmen olarak, ailelerin özel eğitim sürecinde yaşadığı yorgunluğu anlıyor ve bunun bir dışavurum olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden, onlarla sağlıklı bir iletişim kurmaya özen gösteriyorum.
Üçüncü kademede öğretmen olmak, bazen sizlerin yerleşmiş alışkanlıklarını ve ailelerin kurduğu düzeni kabul etmeyi gerektiriyor. Ailelerimiz, sizlere herhangi bir sorun çıkmadıkça hizmet etmekten mutluluk duyuyor ve sizi Allah’ın bir emaneti olarak kabul edip, sizi mutlu edecek her şeyi yapmaya çalışıyorlar. Bazen bu durum biz öğretmenlerin tercih etmediği şeylere yol açsa da, sınırları çizen aile olduğu için buna saygı gösteriyoruz. Aileler okuldaki eğitimi eve taşımakta zorlandığında onları zorlamak ya da suçlamak yerine anlamaya çalışıyoruz. Biz de siz çocuklarımızın okulda geçirdiği zamanı güzel ve keyifli hale getiriyor, yaşıtlarınızla iletişim kurabileceğiniz, eğlenceli etkinliklerle dolu bir ortam sunarak sizleri okulun bir parçası haline getiriyoruz.
En önemlisi, sizleri gün içinde sürekli takip etmek gibi bir sorumluluğumuzun olduğunun farkındayım. Bir keresinde, öğrencim Hira’nın ayağının aksadığını fark edip onu okul hemşiresine götürdüm. Detaylı bir inceleme sonucu, ayakkabısının içinde bir çorabın kaldığını ve bu nedenle ayağının sıkıştığını anladık. O an, konuşmakta güçlük çeken öğrencilerim için alternatif iletişim yöntemlerinin gerekliliğini bir kez daha hissettim. Kendini ifade edemediğinde, öğretmeni olarak her şeyi gözlemlemem gerektiğini ve işimin yoğun bir çaba gerektirdiğini fark ettim.
Velhasıl, özel eğitim öğretmeni olmak benim için sevgi, kabul, dikkat, hassasiyet, farkındalık ve sabır demek. Siz değerli öğrencilerimle çalışmaktan büyük mutluluk duyduğumu belirtmek isterim. Sizin gelişiminiz ve toplumdaki varlığınız için gereken özeni sağlamak için elimden gelenin en iyisini yapacağıma söz veriyorum. Sizleri bir büyüğünüz olarak güzel gözlerinizden öpüyor, önce Allah’a, ardından devletimize ve kendime emanet ediyorum.